diokulum

 

AŞK ADIMDA SAKLI

Hiç adınızın anlamını merak ettiniz mi?

Ben kendimi bildim bileli adımı çok severim. Bana adımı babam vermiş. Bir insana verilen adın hayatına ve karakterine yansıdığına inanırım. Biriyle ilk defa tanışırken bana severek söyleyebildiğim bir ad koyduğu için, içten içe hâlâ babama teşekkür ederim. Hele ki her gün onlarca kimlik kontrolü yapan bir mesleğe sahip olduktan sonra, enteresan adlarla karşılaştıkça babama olan minnettarlığım daha da artmıştır. 

    Tamam, adımı çok severek taşıyordum taşımasına da… Ya anlamı, anlamı neydi acaba? Ben meraklı bir çocuktum ve adımın ne anlama geldiğini taa en başından beri çok merak etmişimdir. Çocukluğumda sözlüklerde çok aramışlığım da vardır. “Ser” kelimesinin Farsça “baş” anlamına geldiğini öğrenince, ilk çocuk olmam sebebiyle konulduğunu düşündüm. Kardeşlerimin de adı hep ay ile bittiği için bende böyle bir kanaat oluşmuştu. Şimdilerde çok fazla değilse de yine de duyulan, bilinen bir ad ama ben büyüyünceye kadar hiç adaşımla karşılaşmamıştım. O yıllarda hem az rastlanan bir ad olması hem de insanların adıma iltifatları pek bir hoşuma giderdi doğrusu. Ama daha sonra benim adımın sözlük anlamının esas anlamı karşısında kifayetsiz kaldığını bir tesadüfle öğreneceğimi henüz bilmiyordum. 

   Bu tesadüf lise yıllarımdaydı. O zamanlar bilgisayarla veya Google diye bir arama motoruyla tanışmamıştık hiçbirimiz. Hayatı kitaplardan öğrenen bir nesil olduğumuz için, ben de okumayı hayatının merkezi yapmış bir kitap kurduydum. Evimizde kendimi bildim bileli var olan, evin demirbaşı dediğim, küçücük kahverengi boyalı, iki katı sürme camlı bir ahşap kitaplığımız vardı. Ben onun önünde saatlerce oturup kitapları karıştırmaktan çok keyif alırdım. Kitaplığımız çoğu babamın okuma merakı dolayısıyla yıllar içinde biriktirdiği kitaplardan oluşmaktaydı. Hele bir hayat ansiklopedimiz vardı ki mahallenin çocuklarına Google olarak hizmet verirdi. Dersi için kaynak bulamayan, bir öğretmen evi olan bizim evde soluğu alırdı. Kardeşimle ben Hayat ansiklopedisini karıştırıp okumaktan acayip keyif alırdık. Bizim için adeta bilgisayarda sörf yapmak gibiydi. 

    İşte yine okumak için ilgimi çeken bir kitap aradığım bir günde, babamın gençliğinden kalma bir kitabın arasında okul kıyafetiyle çekilmiş bir genç kıza ait vesikalık bir fotoğraf buldum. “Allah Allah!” dedim. Bu fotoğraftaki annem değildi. Zira onun öğretmen okulunda çekilmiş siyah beyaz fotoğraflarını üzeri bakır kabartmalı albümlerimizde çok görmüştüm ve zaten bu fotoğrafta gördüğüm kız da anneme hiç benzemiyordu. Bulduğum fotoğrafı anneme gösterdim. “Anne bu fotoğraftaki kız kim?” diye sordum. Annem “Bilmiyorum, babana sor” dedi. Babam hiç sesini çıkarmadan bizi izliyordu. Babama sordum: “Baba bu kız kim?” Cevabı duyunca çok şaşırdım. “O kız senin adın!” “Nasıl yani!” dedim şaşkınlıkla. “Adın işte!” dedi. Fotoğrafın arkasında el yazısıyla “AYSER” yazıyordu ama bu el yazısı babama ait değildi. Ha, bu arada, babam bu dünyada tanıdığım insanlar arasında en güzel el yazısı olan bir adamdı. Kendi şiirlerini kargıdan yaptığı kesik uçlu kalemlerle bir hattat kadar güzel yazardı. Sorularım karşısında babamın utandığını hissettim. Daha fazla üstelemedim. Yine de merakımı gidermem lazımdı. Birkaç gün sonra anneme yine aynı soruyu sordum. Annem bana o fotoğraftaki kızın kim olduğunu anlattı. 

   O fotoğraf babamın Diyarbakır Öğretmen Okulu’ndayken sevdiği kız olan Ayser’e aitmiş. Babam, onun adının hecelerini ters çevirmiş ve benim adımı SERAY koymuş. O zaman ben bu aşkın platonik bir aşk olduğunu düşünmüştüm. Ama platonik de olsa bir kadın olarak annemin buna nasıl rıza gösterdiğini akıl erdirememiştim. Belki de babam adımı koyduktan sonra öğrenmişti, bilemiyorum. O kadarını sormak o yaşlarda aklıma da gelmemişti. Hikâyeyi öğrenince, doğrusu babam adına üzülmüştüm. 1957 yılında mezun olduğu okulda daha on dokuz yaşında yüreğinin belki de ilk defa aşkla çarpmasına neden olan o güzel kızı yıllar sonra bile unutmamış ve 1965 yılında doğan kızına, evirip, çevirip bir yolunu bularak onun adını vermişti. Belki kızın, babamın onu sevdiğinden bile haberi yoktu diye düşündüm. Öyle olmadığını yıllar sonra yine bir tesadüfle anladım. 

    Aradan uzun yıllar geçmişti; babam gideli de artık dört yılı aşmıştı. Ona ait fotoğraflara yeni yeni bakabiliyorum. Geçen gün anneme gittiğimde eski albümleri karıştırırken küçücük kızlı erkekli bir fotoğraf onca fotoğrafın arasından elime geldi. Sanki birileri hikâyeyi bir daha anımsamamı istiyordu. Fotoğrafa baktım, babamı aradım içinde ama babam o fotoğrafta yoktu. “Kendisinin aralarında bulunmadığı bu kadar eski bir fotoğrafı bunca yıl niye saklasın ki?” diye düşündüm. Babam ona ait fotoğrafların arkasına muhakkak bir küçük bilgi ve tarih atardı. Hemen bu küçük fotoğrafın arkasını çevirdim. Arkadaki el yazısı babama ait değildi. Buna rağmen fotoğrafın arkasındaki el yazısını, üzerinden yıllar geçmesine rağmen hemen tanıdım. Bu el yazısı o gördüğüm vesikalık fotoğrafın arkasındaki el yazısıyla aynıydı. Üstelik babama hitaben yazılmış ve imzalanmıştı. O zaman anladım ki benim adımın hikâyesi olan aşk, karşılıksız bir aşk değilmiş. Benim adım iki tarafın da birbirini sevdiği ama sonu vuslat olmayan bir aşkın adıymış. O an içimde tuhaf bir acı hissettim. Yazma yetimi aldığım benim duygu yüklü bir yüreğe sahip babacığım ve bu aşkın tanımadığım kahramanı Ayser içindi bu hissettiklerim. 

     Babam yoktu artık. Benim adımın ilham perisinin de yaşayıp yaşamadığını bilmiyordum. Milyonlarca kayıp aşklardan birini yaşayan babamın bu güzel, masum gençlik aşkından adımı almam beni çok etkiledi. Bana duygu yüklü yüreğini ve yazabilme yetisini miras olarak bırakıp giden babamın aşkını yazmasam bir şeyler eksik kalırdı. Adımın sahibinin ise şimdi nerede olduğunu , yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorum. O da babamı babamın onu sevdiği kadar sevmiş miydi? Neden ayrıldılar? O da babamı geriye kalan hayatında hatırladı mı? Yoksa mutsuz bir hayatı olup hiç unutmadı mı? Bilmiyorum. Tek bildiğim böyle güzel bir aşktan türetilen adımı çok sevdiğim. Ölünceye kadar da babamın Ayser’e olan aşkını adımla yaşatacağım için içimde hüzünlü bir huzur duygusuyla o gece uykuya daldım.

   Ertesi gün sabah işime gittiğimde çok şaşıracağım bir şeyle karşılaştım. Bu arada size söylemeyi unutmuş olabilirim. Ben bir noterim. Her gün onlarca nüfus cüzdanını incelemek de benim işimin bir parçasıdır. İşte yine noterliğimde işlem yapan bir ilgili, nüfus cüzdanı ile işlemi imzalamam için karşımdaydı. Gece babamın aşkını anlattığım hikâyemi yazıyorum. Sabah işe geldiğimde işleme gelen ilk ilgilinin adını görünce şaşkınlığım görülmeye değerdi. Karşımda eşiyle birlikte duran teyzenin adı Ayser’di. Hani her zaman rastlanan, çok sık konulan Ayşe, Fatma, Aysel gibi bir ad olsa hiç şaşırmayacağım. Ama Ayser adlı biriyle bile bu yaşıma kadar hiç karşılaşmamıştım. Bu nasıl bir şeydi? Tesadüf mü? Tevafuk mu?

    Karşımda duran Ayser teyzenin verdiği vekâleti imzalarken gayri ihtiyari dilimden şu cümle döküldü. 

    “Teyzeciğim emekli öğretmen misiniz?” Karşımda duran Ayser teyzenin doğum tarihi de 1937’ydi. Babamla aynı yaşlarda olması beni daha da heyecanlandırdı…

    Çok kibar bir hanımefendiydi. 

    “Hayır kızım, ev hanımıyım” diye söyleyince, içimden kocaman bir “Ohhh!” çektim. Öyle ya bu hassas yüreğim bu kadarını da kaldıramazdı. Teyze sessizce eşiyle odamdan çıkarken ben de “Babam ile Ayser’in hikâyesini ne kadar yürekten yazmışım ki bugün bunu yaşadım” diye düşündüm…

     Çocuk yaşımda adımın anlamının bu kadar beni etkileyeceğini, bir gün zihnimden klavyeme akan bir hikâyeye dönüşeceğini hiç bilemezdim.  

    Şimdi çok iyi biliyorum ki akılda kalan, gidilmemiş yollar, yaşanmamış, vazgeçilmiş aşkların yürekte izi kalıyormuş. Yıllar sonra doğan kızına evirip çevirip adını verdiğin Ayser’e olan aşkın kızının adında yaşıyormuş. Meraklı kızın adının anlamını bir tesadüfle öğrenebiliyormuş. Sen artık bu dünyadan göçüp gitsen de o masum gençlik aşkın, senden bir parça olan kızının kaleminden akıp yeniden can bulabiliyormuş…

Yorumlar   

#1 Niyazi Taşatan 29-05-2017 08:02
Seray hanımın babasının yaşamış olduğu gerçek ve ölümsüz aşkı,''Aşk adımda saklıdır.''yazı sıyla o kadar güzel anlatmış ki ,Seray hanımın yüreğine,diline , kalemine sağlık diyor,candan kutluyorum.İşte ölümsüzleştiril en gerçek aşklar budur.Böyle bir aşkı bindebirmi,mily onda birmi kişinin yaşadığını nasip olduğunu desem, inanki abartmış olmadığımı düşünüyorum.Bu gerçek aşk anlatılmayla anlaşılmaz, ancak YAŞANIR..Seray hanımın anneside elleri öpülesi bir anne ve bir eşmiş.Eşinin bu aşkını bildiği halde büyük bir özveri ile saygı duymuş olmasıdır.Böyle gerçek aşklar bazen konuşmadan görüşmeden,sade ce duygusal bakışlarla kalbe giderek,büyüyen ,nasırlaşarak ölümsüzleşen en büyük ve gerçek aşklardır.O hiçbir zaman unutulmaz.Kavuş ulmasa dahi ölene kadar yaşanır.Seray hanımın kalemine almış olduğu babasının gerçek aşkını ''Aşk adımda saklıdır.''yazı sına bende ikinci bir gerçek yaşanmış ölümsüz aşkı anlatacaktım... AMA O DA BENDE SAKLI KALSIN...!
Alıntı | Yöneticiye raporla

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile